TÜRKİYE’NİN İLK FOTOĞRAF MAKİNELERİ MÜZESİ

Yolunuz bir gün Bakırköy’e düşerse, Bakırköy’ün en sakin ve sessiz mahallesi olan Osmaniye Mahallesine gidin ve Türkiye’nin ilk ve tek kamera müzesini ziyaret edin. En eskisinden en yenisine kadar 1100’den fazla fotoğraf makinesinin, çeşit çeşit fotoğrafların ve bu hobiye dair aklınıza gelebilecek her şeyin yer aldığı muhteşem bir müze karşılayacak sizi. 35 yıllık biriktirmenin sonucunda 2005 yılında, uzun yıllar hayalini kurduğu bu müzeyi hayata geçiren Hilmi Nakipoğlu ile yaptığımız tatlı sohbeti siz okurlarımız için gazetemize taşıyoruz.

Fotoğrafa olan ilginiz nasıl başladı?

Hilmi Nakipoğlu: Ben 12 yaşından beri fotoğraf çekiyorum. Annemin çeyiz sandığını açtım, içindekileri çıkardım. Birkaç tane fotoğraf kartı, birkaç tane film… Bu fotoğraflarla başladı ilgim. İnsanlar fotoğrafları neden bastırıyorlardı eskiden? Eskiden filmler vardı. Daha eskiden cam negatifler vardı. Halk dilinde “Arabi” dediğimiz filmler. Kolleksiyonerliğe ise 1970’ten sonra başladım. Bir gün baktım bin yüz küsür tane fotoğraf makinesi biriktirmişim. Hayalimde müze vardı. Hedefi olmayan gemiye. Rüzgârın da etkisi olmaz. Hedefi belirleyeceksin ki rüzgâr alsın götürsün seni. Sonunda bu müzeyi kurdum. Şimdi mobil müze düşünüyorum. Öyle köy köy, kasaba kasaba gezdirecek adam lazım. Hani bir bankanın tiyatro reklamı var ya, jeneratörü çalıştırıyor, tırın arkasından sandalyeleri çıkarıyorlar, sinemayı kuruyorlar. Ben de onun benzerini mobil fotoğraf müzesi şeklinde yapma hayalim var çünkü elimde hala daha 300-400 tane fotoğraf makinesi var.

Fotoğraf dışında nelerle uğraştınız?

Ortaokul-lise hayatımda fotoğraf kulübümü kurdum. Tiyatrolar oynadım. Akşam Gazetesi’nin tiyatro yarışmalarına, Milliyet Gazetesi’nin ses yarışmalarına katıldım. Şarkı da söyledim. Resim yaptım. Görsel sanatların hemen hemen hepsi ile ilgilendim. Yıllar sonra da bu okulu, Nefus Nakipoğlu Zihinsel Engelliler Okulu’nu kurdum. Engellilik bir tercih midir, bir kader midir? Kimse bunu tercih etmez. Onların kaderlerine ortak olmak gerekir. Ateş düştüğü yeri yakar söndürmek hepimize düşer. Okulu kurarken tüm fiziksel yaklaşımları ve estetiği ile ben ilgilendim. Ama mimar ya da mühendis değilim. Mimarlar estetiğe, mühendisler statiğe dikkat etmek zorundalar. Ama ben müteahhit olarak hem estetiğe hem de statiğe dikkat etmek zorundayım. İşinizi iyi yapmak zorundasınız. Boynunuzda veballer var. Asli meslek olarak müteahhitlik yaptım ama asli mesleğin kafada bittiğine inanıyorum. Asli mesleğin yanında 203 tane de hobi edinilmesi gerektiğine… Bu yüzden tüm o saydığım sanatsal işleri hobi olarak yaptım. Yaptığım tüm işlerden zevk aldım, her zaman zevk aldığım işleri yaptım. Bu yüzden, hayatınızı süsleyin.

“Yapacağınız bir işte önemli olan, sizin nasıl hissettiğinizdir.”

Böyle bir bakış açısı taşıyan insanları göremiyoruz etrafımızda. Sizin bu yolu seçmenizde aileniz size destek oldu mu?

Destek olmadılar ama köstek de olmadılar. Bu da bir yerde destek sayılır. Ben bu müzeyi hiç kimseden destek almadan yaptım. Makinelerimin çoğunu İstanbul’dan, bir kısmını da seyyar satıcılardan, kimisini Sirkeci, Çınaraltı’ndan paramla satın aldım. Ben sigara müptelası olsaydım, hem param, hem sağlığım giderdi. Oraya harcayacağım parayı buraya harcamışım. Zaten gönül işlerinde para pul ikinci planda kalmalıdır. Önemli olan sizin ne düşündüğünüz ve hissettiğiniz olmalıdır.

Koleksiyon kültürü size ne kattı?

Dünya sanatını, dünya kültürünü toplamak, biriktirmek; insanlığa bu anlamda bir müze ile ulaştırmak, benim iş hayatında daha eğlenceli, daha motivasyonu yüksek bir insan olmamı sağladı. Fotoğraf, tiyatro, müzik… Bunların hepsi hayatımızın parçaları… Bunlar hayatımızda her şeyin daha zevkli olmasını sağlar. Ben şimdi eğitim yuvalarının kurucusuyum. Orada da “Haydi çocuklar, koleksiyon yapalım!” sloganı ile aşılamaya çalışıyoruz.