İLK BASILI FOTOĞRAF

BAKIRKÖY’ de Zihinsel Engelliler Okulu’nun 3. katındaki Fotoğraf Makineleri Müzesi’ndeki ilk, fotoğraf 1826 yılında, 8 saatte çekilmiş, Kimyacı Niepce’nin çektiği fotoğrafta sabah, öğlen ve akşam ışıklarını almak için 8 saat gerekmiş.

Çekiyorum...

Çektim!..

Hilmi Nakipoğlu, kendi adını taşıyan Fotoğraf Makineleri Müzesi’nde.

Neden Geçmiş olsun denir?

Eskiden fotoğraf çektirdikten sonra “Geçmiş olsun” derlerdi. Acaba niye? Acaba diş mi çektirdik? Neden geçmiş olsun? Fotoğraf o dönemlerde o kadar zor ki, ışık, fotoğraf makinesinin şartları vb. için hiç kıpırdanmaması lazım. Enseye dayatılan bir tripot var. Göz oynamaması lazım… Fotoğraftan sonra ışık gözümüzde patlama yapıyor. O yüzden “geçmiş olsun” deniyor.

Nakipoğlu bir koleksiyon tutkunu. 27 yılda 1100 fotoğraf makinesi topladı. ‘Bir gün öyle bir makine aldım ki, bir hafta arayla önce gövdesini Topkapı surlarının dibinden, lens grubunu Kadıköy, yani Asya kıtasından aldım. İkisi birleşti, steryo 1915 Fransız İka makinem oldu.’

FÜSUN İKİKARDEŞ-DOĞAN KEMANCI

TAM 27 yıl boyunca 1100 fotoğraf makinesini topladı. İstanbul’da Topkapı surlarının dibindeki seyyar satıcılardan, Kadıköy’deki seyyar satıcılardan tavukların çayır çimen arasında gıdasını aradığı gibi gıdasını aradı. Koleksiyon tutkunu, fotoğrafçı Hilmi Nakipoğlu, biriktirdi, biriktirdi... Sonunda biriktirdikleri evine de gönlüne de sığmaz oldu. Topluma aktarmayı kutsal bir görev bildi, hazinesinin kapılarını topluma açtı. Türkiye’nin ilk ve tek fotoğraf makinesi müzesi 1997 yılında hizmete girdi. Müzeyi gezdik, Nakipoğlu’nu dinledik. Sohbetimize Müzeyyan Senar’ın sesi eşlik etti… Nakipoğlu’nun 80 liraya aldığı eski tip bir ses kayıt cihazının içinden tesadüfen çıkmış bir kayıttan dinledik Senar’ı.

SİNEMACI DEDENİN TORUNU

Nakipoğlu, 67 yaşında genç bir delikanlı. Eğitim, vakıf, engelli okulları gibi işlerinin yanında fotoğrafçılık ve koleksiyonculuk hayıtının almazsa olmazı. Nereden çıktı bu tutku, diyoruz.

“Bitmeyen tutku koleksiyon. Geçmişe nasıl davetli olursunuz? Koleksiyon kültürüyle.” diye yanıtlıyor. Ve tutkunun başlangıç yıllarına geçiyor:

“Fotoğraf makineleriyle tanışmam fotoğrafla tanışmamla başladı. İlk karanlık odam annemizin çeyiz sandığı. Yaş 12. İçinde birinci banyo, ikinci banyo malzemesi ve kırmızı jelatin sarılı bir cep fenerim vardı. Birkaç tane negatif film vardı. İki camın arasına bunu koyup, basacağımız kartı koyup kontak baskı alırdık.

“1920’lere gidersek Gaziantep savunmasında Bombacı Ali diye ünlenen Rakıp Ali, üçüncü dördüncü kuşaktan bizim amcazademiz olur. ‘Sinema kültürdür’ diyerek Güneydoğu’ya sinemayı ilk getiren kişidir…

Birkaç yıl sonra bir fotoğraf makinem oldu. Ferranie marka bir makineydi. Kendi fotoğraflarımı çekip baskılar yapmaya başladım. Liseye başladığımda tiyatrolar oynuyoruz, spor, gezi, vb. her türlü kültürel faaliyete giriyoruz. Çektiğimiz fotoğrafları karanlık odamda agrandizör, yıkama tankları, film yıkama tankları almak suretiyle daha profesyonel hale getirdim. Daha sonra evimde her türlü teşkilatı kurdum. Renkliye kadar her şeyi yaptım otomatik yıkama makinelerine kadar her şeyi aldım. Benim için kutsal görev diyebiliriz.”

İLK FOTOĞRAF 8 SAATTE ÇEKİLDİ

Müzede objeler tarih sırasına göre dizilmiş. İlk fotoğraf 1826 yılında, 8 saatte çekilmiş. Sabah, öğlen ve akşam ışıklarını almak için 8 saat gerekmiş. Nakipoğlu, anlatıyor:

“Fransız kimyacı Niepce’in pencereden baktığı, günümüze kalan ilk ve tek kalıcı fotoğraftır. Diğeri yine Fransız Doguerre’nin 1839’da çektiği basılı ilk insanlı fotoğraf. Bu fotoğrafta ayakkabısını boyatan tek bir insan var. Cadde bomboş… Atlar, arabalar, başka yürüyen insanlar yok muydu? Vardı ama hareket halindeydi. Fotoğraf makinelerinin emisyon kalitesi yetersizdi. Hareket halindeki objeleri kaydedemiyordu.”

İŞEYTAN İŞİ MAKİNE VE BÜYÜCÜ

Sonraki resimler arasında ressamlarla heykeltıraşların birlikte çekilen fotoğrafları var.

“Fotoğraf makinesi icat olduğunda klasik sanatçılar fotoğraf makinesine şeytan icadı, sanatçılara da büyücü demişlerdi. Çünkü aristokratların resmini çekiyor, heykelini yapıyorlardı. Fotoğraf makinesi gelince, bir anlamda ekmeklerini ellerinden aldılar. Bu resimde ressamlar heykeltıraşlar fotoğrafçıyla artık bir barış ilan ediyor. Fotoğrafçı kişinin fotoğraflarını çekiyor. Heykelini heykeltıraş yapıyor, ressam fotoğrafa bakarak resmini yapıyor… Sanatçının karşısında fotoğrafı ya da resmi yapacak kişinin günlerce haftalarca kalması olayı da ortadan kalkıyor.”

Sonraki fotoğraf, Lenin’in devrimden sonra Rusya’ya ilk gelişini anlatan kare…

“Lenin’in İsviçre dönüşünde gara girişini fotoğraflamak için özel bir makine yapılır… Bu fotoğraf makinesi 15 kişilik bir ekiple yönetiliyor, çekiliyor, baskısı yapılıyor. Elde edilen fotoğraf 125 santime 2,5 metre…”

‘Fotoğrafçı bana yaklaştı. Parmaklarının ucuyla başımı hafifçe yatırdı. Sonra makinesinin arkasına geçip eğildi, başını siyah bir örtünün altına soktu, biraz durdu. Sonra bana bakan büyük ahşap kutunun arkasından bir levha çıkarttı. Yerine başkasını yerleştirdi, bana baktı ve “Kıpırdama, azıcık da gülümse” dedi Kapağın altından kuş çıkacak şimdi. Fotoğrafçı hem yüzüme bakıyor hem de makinenin önündeki parlak sarı kapağı abartılı bir hareketle yerinden çıkarıp birkaç saniye havada tutup hızlı bir hareketle yerine taktı. Her şey bitmiş, ilk fotoğrafım çekilmişti…” Ziya Osman Saba “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi” kitabından...

O zamanlarda ne kadar büyük fotoğraf makineniz varsa o kadar büyük fotoğrafınız oluyor. Büyütücü, yani agrandizör sistemi henüz hayatımıza girmemiş.

Gelirseniz sizin gelmezseniz benim

Ben bir sigara tutkunu olsaydım, parasını el alacaktı, dumanını yel alacaktı. Ben o makineleri satmak için almadım. Hayalim bir müze kurmaktı. 30 Mayıs 1997 tarihinde müzenin açılışını yaptık. 2002 yılında Kültür Bakanlığı’nın “Türkiye Müzeleri” kitabına ‘Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makinesi Müzesi’ olarak girmiştir.”

Her makine insan gibidir

“1970’li yıllardan sonra her makineyi çeşitli insan tiplemesine benzetiyorum. Her insan gibi farklı modeller var. Her biri acı ve tatlı olaylara şahitlik yapmıştır. Elimdeki makinelerin çoğu 1900’lü yılların başıdır. Balkan savaşları, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı, 1. Ve 2. Dünya savaşlarına tanıklık ettiler.

Her birini bir insan gibi, objektifleri göz, arkasındaki makineleri de beynimiz gibi gördüğümde fotoğraf makineleri bana toplama hevesi ve heyecanı getirdi. 1970’ten 1997’ye kadar 1100 fotoğraf makinesi topladım. İstanbul’da Topkapı surlarının dibindeki seyyar satıcılardani tavukların çağır çimen arasında gıdasını aradığı gibi biz de kendi gıdamızı aradık.”

“Fotoğraf makinesi yalan söylemeyen tek nesne, zamanı durduran teknoloji, diyoruz. 1826’dan 2015 yılına kadar 189 yıl geçmesine rağmen insanlar tarihe tanıklık etmek üzere kendi siluetlerini, fotoğraflarını bol bol çekip tarihe mal ettiler. Çok keyif verici bir şey.”

Kaynak: Aydınlık Gazetesi